Semtin en eski mahallesinin, asıl renklerinin ne olduğunun artık anlaşılmadığı yapışık nizam evlerinin birinin giriş katındaki güzellik salonu hareketli sabahlarından birini yaşıyordu. Her ne kadar tabela, güzelliği vaat ediyorsa da içeride kuş kondurduklarını falan zannetmeyesiniz. Sadece manikürcü Suzan -mahallelinin, kendilerini biraz olsun sosyetik hissetmek için ‘Suzi’ diye çağırdığı Suzan- salonun ismiyle tam anlamıyla müsemmaydı. Herkes Suzi gibi görünebilmek ümidiyle geliyordu salona. Suzi, işinin ehliydi, biraz cilâ, biraz iltifatla, herkesin içindeki güzeli parlatıp gönderiyordu Her manikürcü gibi işini yaparken dinlemeyi de öğrenmişti. Manikür işinin yazılı olmayan kurallarından biri, tırnaklarını yaptırmaya gelen kadınların hiç susmaması gerektiğiydi herhalde. Bazen öyle gizli, öyle mahrem şeyler öğreniyordu ki müşterilerinden, bu bilgilerle ne yapacağını bilemiyordu. Belki birkaç sene daha bu işi yaparsa mahallenin muhtarı hatta istihbaratçısı bile olabilirdi.
Suzi öğleden önceki son müşterisini yollayıp, ondan kalanları temizledikten sonra randevu defterine bir göz attı. İki saat boş vaktinin olduğunu gördüğünde rahat bir nefes alacaktı ki telefonu çaldı. Arayan, sadece uyuduğunda sustuğunu düşündüğü Makbule Abla’ydı. Makbule Abla evinin penceresinin önünden hiç ayrılmadığı için salona gelmez, Suzi’yi eve çağırırdı. Her ne kadar evlere gitmeyi sevmese de Makbule Abla öyle iyi bahşiş verirdi ki salona gelecek üç müşteriye tercih ederdi onu Suzi.
- Kız Suzi, boş musun ?
- İki saat boşum Makbule ablacım.
- Koş kız o zaman, bekliyorum. Sonra bir de kahve yaparsın beraber içeriz, ha?
- Olur olur. Çıktım bile.
Bir dakika bile penceresinin önünden kalkmayan Makbule Abla, evin anahtarını bile sadece Suzi’nin bildiği yere koyardı ki Suzi geldiğinde kapıyı açmak için kalkmak zorunda kalmasın.
Makbule Abla’yı her zamanki koltuğunda oturur buldu Suzi. Artık koltuk Makbule Abla’nın otura otura iyice büyüttüğü kalçasının şeklini almış, kalçanın ağırlığı ile ezilmiş ve yere yakınlaşmıştı. Makbule Abla’nın tombul kollarını koyduğu kolçakların ise sadece ahı değil vahı da kalmamıştı. Askıları omzuna oturmuş elbisesinden koca memelerinin yarısı dışarı çıkmış, diğer yarısı da ara ara Makbule Abla’nın içeri tıkması sayesinde orada duruyordu.
- Ay kız Suzi, sağol valla, kırmadın geldin. Baksana halime daha bigudiler kafamda. Yeğenimin nişanına gitmek zorunda kaldım. Tırnaklarımı yaptırmadan da gidemezdim. Laf söz olur elaleme sonra.
- Makbule Ablacım, hiiiç dert etme. Ben şimdi hemencecik hallederim. Yeğeninden çok tırnaklarının güzelliğini konuşurlar valla.
- Ay kız, tırnaklarıma gelene kadar endamım yeter beni konuşmaları için. Kimde kaldı böyle memelerle kalçalar.
- Öyle valla ablam, maşallah sana.
- Öyle tabii. Ben otuz senedir bu camın önünde mesai yapıyorum. Gelen geçen kaçmaz gözümden. Sinek uçamaz benden habersiz. Diyeceğim o ki, yok böyle memelerle kalçalar kimsede.
- Ablam ya, hiç sıkılmıyor musun bütün gün bu camın önünde allasen?
- Ne sıkılması ayol, aksiyonun dibi var burada. Bak ben sana anlatayım. Kulağın bende gözün tırnaklarımda olsun yalnız. Bu ciddi bir meslektir. Benden iyisini de zor bulursun. İşini ehliyle yapacaksan 2K3N kuralına uyacaksın.
- O ne kuralı be abla?
- Anlatacağım, iyi dinle şimdi.
Kim? Bak bu sorunun
cevabının önem arz etmesi için, kıskanılan, sevilmeyen, çekilmeyen, nefret
edilen kişileri belirlemen lazım. Apartmanda yaşıyorsan örneğin, meraklı
komşular için kimin eve geç geldiği, kimin yalnız yaşayan Ayşe Hanım’ın evine
girdiği ya da bekar üniversite öğrencisi Berkay’a uğradığı, kimin gece yarısı
kocasından dayak yediği ya da yatağının şehvetle gıcırdadığını bileceksin.
Pencerede bekleyeceksin altı numaralı dairedeki annenin işten dönüşünü ve
pencereyi açıp Nermin Hanımcım, sen
işteyken kim geldi sizin eve biliyor musun? Benden duymuş olma ama galiba
kızının bir sevgilisi var. Sen gelmeden yarım saat önce apar topar gitti. Ama
sen kurma şimdi ben böyle söylüyorum diye, belki ders çalışmaya gelmiştir, öyle
ya. Hadi iyi akşamlar, diyeceksin. Camını kapadıktan sonra ne yapacağın
sana kalmış. Duvarındaki ceset çizelgesine bir çentik daha mı atarsın, ağzının
kenarından akan kanı mı silersin soğukkanlılıkla, o senin bileceğin iş.
Kiminle? Merak
edilen bir kim varsa, merakın, o kimin birlikte olduğu kişiyle taçlandırılması
şarttır. Tek başına “kim” çok fazla ilgi görmez ve alkış almaz. Ama kimin
“kiminle” olduğunu bilirsen, dedikodu camiasında ilk üçe girmeyi garanti
edersin. Ahmet Bey geçen akşam kiminle sinemadan çıkarken görülmüş, Sinem sabah
okula giderken kiminle sokağın köşesinde buluşmuş, Cavidan Hanım dün gece
balkonunda kiminle rakı bardaklarını tokuşturmuş, kocası Ferhunde Hanım’ı
kiminle aldatmış biliyor musunuz? Neyse, Allah’tan ben biliyorum da sayemde her
şeyden haberiniz oluyor, diyerek kendini de pazarlamayı ihmal etmeyeceksin.
Ne zaman? Kolay
değildir öyle ilk üçe girebilmek. Emek vereceksin, gözünü kulağını dört
açacaksın. Tam zamanlı mesai gerektirir. Hatta bazen fazla mesai yaparsın.
Böylece, olayın başından sonuna kadar zamana tanıklık edersin. Ferhunde
Hanım’ın ne zaman aldatıldığı, Berkay’ın evine kız arkadaşının öğlen mi yoksa
gece mi geldiği, haberin orgazmı garanti etmesi açısından çok önemli
detaylardır. Kazancınsa, kapı arkası fısıldaşmaların, altın günlerinin, ayak
üstü sohbetlerin vazgeçilmez siması olmaktır.
Ne yapıyor? Geldik
en önemli noktaya. Yanlış konulara odaklanıp, vaktini boş yere harcamamalısın.
Canan Hanım’ın yemek yapması değildir önemli olan. Yemek yaptıktan sonra
sevgilisini bekliyor olması önemlidir. Berkay’ın kız arkadaşıyla ders çalışması
kimseyi ilgilendirmez. Ama Berkay ışıkları kapatıyorsa, işte bu bombadır.
Anlıyorsun değil mi? Ferhunde Hanım’ın aldatıldıktan sonra eve dönen kocasını
affedip affetmediği, herkes için hayatidir.
Niçin? Bu sorunun
cevabı, felsefi bir bakış açısı ile verildikten sonra bir sonraki öğüne kadar
açlık hissedilmez. Herkesin elinde artık sadece kemikler kalmıştır. Küçük
parçalarla dişlerinin aralarını temizlemeye koyulurlar. Ferhunde Hanım kocasını
affeder, çünkü zaten bu kaçıncı vukuatıdır kocasının. Cavidan Hanım, gece
balkonunda adamlarla rakı bardağı tokuşturur, çünkü orospudur. Ahmet Bey,
sinema çıkışı bir kadınla görülür, çünkü karısı sivrisinek gibi bir kadındır.
Her şey anlaşıldı mı buraya kadar Suzicim? 2K3N kuralı. Bak diyorum ki, şu bir haftalık yokluğumda benim buradaki gözüm, kulağım olsana sen. Hem alıştırma yaparsın hem de hayatına aksiyon katarsın birazcık. Şanslı olduğunu da bil. Hem eğitim veriyorum hem staj yapıyorsun. Ben yokken ne olup biterse, hepsini eksiksiz anlat bana, tamam mı? Hadi göreyim seni.
***
- Ablacım, hoş geldin. Camın sensiz, boş resim çerçevesi gibiydi valla.
- Hadi geç bunları şimdi. Zaten zor ettim haftayı valla. Dökül bakalım.
- Hemen ablacım. Şimdi bu Cavidan karısı var ya, yine bir gece balkonda adamın biriyle rakı içiyordu. İkisi de dut gibi, mehtaba çıkarlarken, adamın karısı aniden basmaz mı bunları? Bir kıyamet koptu mahallede, herkes camını çerçevesini kapatıp, içeriye kaçtı. Adamın karısı caanım rakı şişesini adamın kafasına geçirmesin mi? Tam o sırada Cavidan karısı kadının saçlarına yapıştı, meğer perukmuş saçları, elinde kaldı. Şaşkınlıkla elindeki saça bakarken, bu sefer adamın karısı yapıştı Cavidan’ın saçlarına. Nihayet polisler geldi, aldılar götürdüler bunları. Sinem de sabahları kimin arabasına biniyormuş biliyor musun? Üniversitedeki hocasının. Sadece arabaya binmiyormuş herhalde ki notları hep A olunca, şikayetler de başlayınca, okul yönetimi işkillenmiş, bunların da foyası ortaya çıkmış. Şimdi evden çıkmıyor Sinem. Üniversiteyi bırakmış diyorlar. Berkay’a gelince, eve gelen kız, kız değil erkekmiş meğer. Yaa...
- ...
- Haa, bir de ablacım, o basılma olayından sonra senin herifi gördüm, elleri kolları dolu Cavidan’ın kapısını çalarken. Hayırdır İhsan abi, dedim. Yok bir şey, dünkü olaydan sonra komşuluk icabı bir hâl hatır sormak lazım, dedi. Senin anlayacağın, bir haftadır her gece Cavidan karısı ile balkonda halleşip hatırlaşıyorlar.
- ...
- Ablacım, ablacım… İyi misin? Hay Allah, ne oldu birden ya?
CONVERSATION