Gecekondu / Mustafa Söğüt
Bismillahirrahmanirrahim.
Güneşi odaya çağırmıştı annesi. Perdeleri araladı. Kalkma
vakti gelmişti, okula gitmek için hazırlanmaları gerekiyordu. Kahvaltılarını
bir gün bile aksatmazdı çocuklarının, onun için her şeyden daha mühimdi. Sobayı
yaktı, bu saatlerde havaya güven olmazdı, insanı üşütmek için her yolu denerdi.
Kömür az geldi gözüne, üstüne biraz daha kömür ekledi. Sanki bir evi ısıtmıyor,
yeniden canlandırıyor gibiydi. Çaydanlığı sobanın üstüne koydu. Suyun
kaynamasını beklemeden mutfağa gitti. Siniye kahvaltılıkları koyduktan sonra
odaya döndü. Suya baktı. Daha vakti vardı suyun kaynamasının. Abdest almak için
banyoya gitti. Kendine gelmiş, birazdan rabbine sığınacaktı. Şükür diyecekti,
verdiğin nimetlere şükür rabbim, diyecekti. Suyun soğukluğu ona vız gelirdi,
sanki su kaynayan bir su olurdu onun yüzüne değince. Ayaklarını iyice ovalardı.
Sererdi seccadesini, namazını kılmaya başlardı. Yüzünde tebessüm, yüzünde
ırmakların gök edası ellerini açardı semaya. O esnada çaydanlığın fokurtusu
duyulurdu. Ellerini yüzüne götürür, çay demlemek için kalkardı. Çocukları ona
bakardı usulca, o ise kömürün yanışına. Ne yüzünde uyandığı için bir korku ne
de işe gideceği için telaş vardı. Yüzünde gözlerini dünyaya açmanın vermiş
olduğu bir teslimiyet vardı. Ne canı mühimdi ne yaşama hırsı. Gözlerinde şükür
demesini bilen bir eda gezinmekteydi. Usulca sofrayı serdi yere, mutfaktan üstü
kahvaltılıklarla dolu olan siniyi getirdi. Gün başlamıştı artık.
Sokağa çıktı. Cebini yokladı, cüzdanı unutmamıştı evde.
Evhamlı biri idi, defalarca kontrol etmesine rağmen emin olamayıp bir daha
kontrol ederdi. Anasının tembihlerini kulağında fazla büyütmüş olmalıydı.
Sokağa çıkınca aklına dünkü sigaraları koyduğu yer geldi. Onları inşallah
bulmazlar, diye içinden geçirdi. Yakalanmak istemezdi, sigara uğruna dayak
yemeyi kendine yakıştıramazdı. Ailesinin bildiğini düşünüyordu ama yine de
temkinliydi. Yaşından dolayı korkusu vücudunu esir almıştı. Korkuya rağmen
cüzdanının arasındaki sigarayı eline aldı. Evlerinin sokağını geçmiş, kimsenin
onu tanımayacağı mahallelere çoktan girmişti. Sigarasını yaktı. Şöyle bir “Ohhh!”
çekti. "İşte dünya çektiğim şu nefeste." diyerek kendi kendine güldü. Etrafta
kimsecikler yoktu. Bir meziyet gibi taşıyordu elinde sigarayı, içmese
mahvolacak gibi geliyordu. Kulaklığını aradı çantanın içinde. Keyif sigarası
yanında müzik olmazsa olmazıydı. Bugün neşesi yerinde idi, keyfini kaçıracak
şarkılardan uzak durdu. Müzik listesini hüzün ve neşe diye iki kısma ayırmıştı.
Kulaklığın tekini usulca konduruverdi kulağına. Neşeli olduğu için neşe kısmındaki
şarkıların ilkine bastı ve dünyayı neşeli bir şekilde seyretmeye başladı.
Havanın yeni yeni kendine geldiğini, kuşların bu saatlerde daha bir konuşkan
olduğunu fark etti. "Ne güzel şu meret, insan keyifli iken keyif veriyor, insan
hüzünlü iken hüznüne eşlik ediyor." dedi. Kimsecikler yoktu etrafta, onu kimse
duymadı. Bağırmak istedi, çalan şarkıyı haykırmak istedi.
Otobüsü bekliyordu. Okuldan arkadaşı da durağa doğru
geliyordu. Onu görünce rahatladı. Otobüste konuşacak birinin olması onu hep
rahatlatırdı. Olmayınca arkadaşlarından herhangi biri, canını teslim edeceğini
düşünürdü sıkıntıdan. Konuşmayı severdi, bir şeyler anlatmaya bayılırdı. Yüreği
ferahlardı bu sayede, içinde dolup taşan o konuşma hissini otobüs yolculuğu
esnasında sağa sola dağıtırdı. Bir keyif sigarası daha yakmak istedi. Durakta o
ve arkadaşı vardı. Bir sigara uzattı, keyfine ortak etmek istiyordu arkadaşını.
Elinde uzayan sigara arkadaşının dudağında kısalmaya başladı. Otobüsün gelmesine daha beş altı dakika vardı. "Umarım yine dolu gelmez." diyerek günün ilk
veryansınını etmeye başladı. Doruklarda gezen keyif macerasını bitirmiş, günün
gerçekliğine doğru yönünü değiştirmeye başlamıştı. "Telaş etme." dedi arkadaşı, "Dün boş gelmişti, bugün de boş gelir, bindiğimiz gibi otururuz." Tebessüm etti.
Böyle düşünceleri zihnine davet edemezdi, onun zihninde hep bi’ olumsuzluk kol gezerdi. Her şeyin en kötüsünü düşünür, kendini üzmenin bir çaresini
bulurdu. Öyle çok sürmezdi yüzünün gülmesi, mutlaka kötüyü çağırır, kendine
yoldaş ederdi. "Boş gelir inşallah..." diyebildi. Sigaralar bitmiş, otobüs
gelmişti.
Otobüsün en arkasındaki dört kişilik yerin üçü boştu. Usulca
kuruldular koltuklara. Oturmadan önce çantalarını kucaklarına aldılar. Arkadaşı
çantasının içine iyice baktı, unuttuğu bir şey olmadığına emin olmak istedi.
İçinden düşündü, bir şey unutsan ne fayda artık otobüsteyiz, diye. Gülmek
istedi, dudakları oynamasın diye çabaladı. Dedikodu var mı, diye sordu. Okulda
olup biten ne varsa arkadaşının haberi olurdu. Eli kolu uzundu. Olmaz mı, dedi.
Dün okulun arkasında sigara içerken bina sahibi ile atıştık, adam rahatsız
oluyormuş bizim gürültümüzden. Sanki biz dedik ona gel okul yanında otur diye.
Kendi düşen ağlamaz, dedi. Hak verdi arkadaşına, aldığımız her karara
dayanmasını bilmeliyiz, dedi. Arkadaşını destekleyici bir şekilde konuştu.
Hatta adam hakkında birkaç küfür savurdu havaya. Hava daha da soğudu. Başka yok
mu dedikodu, bu kadarcık mı, dedi. Bu kadar ya, ne olsun, diye cevapladı
arkadaşı. Muhabbet uzasın istiyordu, alakasız sorular soruyordu. Konular
yerleşik hayata geçmeden dağılıp gidiyorlardı. Yarım saatlik yolculuğu
sıkılmadan atlatmak istiyordu. Konuşmak için konuşuyor, bir sürü alakasız
konuyu birbirine karıştırıp duruyordu. Kızlardan giriyor, okulun eve
uzaklığından çıkıyordu, hayata karşı ah vah ederek soluklanıyordu, sonrasında
ise sınavlar hakkında birkaç laf ederek bu yarışı bitiriyor, otobüsü
selamlıyordu. İnecekleri durağa gelmişlerdi bu arada. Canı bir sigara daha
içmek istedi, otobüsteki muhabbet üstüne iyi giderdi bir sigara daha parlatmak.
Okul uzak sayılmazdı. Beş on dakika sürüyordu indikleri
duraktan okula gitmek. Okul yolundaki marketten kendine bir su ile naneli sakız
aldı. Akşam dönüşte evdekilere kokmamak için naneli sakız çiğniyordu. Suyunu
çantasına attı, sakızı cebine. Bir de dönüp meyve suyu aldı, ilerideki
marketten de poğaça alacaktı. Poğaçalar bu saatte çıkardı, sıcacıkken alır
çantasına koyardı. Bazı öğlen aralarında döner yemek istemez, karnını poğaça ve
meyve suyu ile doyururdu. Sabahın ve marketin ilk poğaçalarını aldığı için
gurur duyardı. İki üç tane alırdı, anca doyardı, hem arkadaşları da ortak
çıkardı ona. Paylaşmayı severdi, duramaz hemen verirdi arkadaşlarına. Bazı
günler annesi onun çantasına meyve koyardı, bu meyve ağırlıkla mandalina
olurdu. Soymasını ve yemesini severdi. Mandalina soydukça rahatladığını
hissederdi, silgilerini parçalarken de aynı hissi duyardı. Okulun kapısını
görünce irkilip kendine geldi, düşünceleri arasında gezerken okula varmışlardı
bile. Başka sınıflarda okuyorlardı, bu yüzden arkadaşına görüşürüz diyerek
kendi sınıfına çıktı. Erken gelmişti, kimsecikler yoktu. Çantasını masanın
kenarına koyduktan sonra gerine gerine sırasına kuruldu. Gün şimdi başlamıştı.
Bismillahirrahmanirrahim, dedi.