Satranç Savaşı / Soner Üçkuşoğlu
Satranç masasının başına oturan baba, televizyon izleyen oğlunu yanına çağırdı.
“Karşıma otur. Nasıl oynandığını biliyorsun değil mi?”
“Evet, baba. Kuralları biliyorum.”
“Nasıl oynandığını bilip bilmediğini sordum, kuralları değil. Beyazlar sende olduğuna göre...” derken oğlu ilk hamlesini, bir piyonu iki kare ileri taşıyarak yaptı.
“Tabii ki.” dedi.
“Annenden bir şeyler öğrendim.” Baba hamlesini yaptı ve konuşurken oynamaya devam ettiler.
“Ne gibi?”
“Bu sene sonunda askerî okullara başvurmak istiyormuşsun.”
“Şey... Evet, baba. Tabii eğer izniniz olursa.”
“Bak, ben senin istediğin mesleğe karışamam. Buna hakkım yok.”
“...”
“Ama seni, iyiliğin doğrultusunda yönlendirmek benim sorumluluğum.”
“Evet, baba.”
“Piyon, kendi şahını yemeye kalkarsa ne olur?”
“Yiyemez baba.”
“Neden?”
“Diğerleri onu yer.”
“Diğerleri de şahın ölmesini isterlerse?”
“O hâlde neden şahın himayesine girsinler? Şahı öldürürlerse, baştan kaybederler.”
“Peki, bir şah, diğer taşlar yenildikten sonra, düşman şahını yenerse ne olur?”
“Kazanmış olur baba.”
“Hayır.”
“Ama baba...”
“Hayır dedim! Yönetecek kimi kaldı ki? Diğer taşlar gittiğinde kaybetti savaşı. Düşman şahını yenmek ona bir şey kazandırmaz.”
“Doğru söylüyorsun baba.”
“Asker mi olmak istiyorsun?”
“Sanırım.”
“Emin değil misin?”
“Hevesliyim.”
“Peki, ya şah karaktersiz birisi çıkarsa?”
“Önce düşman şahını yener, sonra kendi şahımı tahtından etmeye bakarım baba.”
“Piyonlar asla düşman şahını yenemez.”
“Yenebilirler.”
“Yen o hâlde!”
Çocuk, başını babasının yüzünden aşağıya indirdi ve satranç tahtasında, kendi şahı ve bir piyonuyla, piyonunun karşısında sadece babasının şahının kaldığını gördü. Çocuk tereddüt etmeden babasının şahını yıktı.
“İşte böyle baba.”
“Kim kazandı?”
“Ben.”
“Kim kazandırdı?”
“Piyon.”
“Zaferi kim üstlenecek?”
“Şey... Şah.”
“İster asker ol, ister herhangi bir şirketteki herhangi bir çalışan. Piyon olarak kaldığın sürece kimse değerini bilmez. Ve işin aslı; bir değerin de olmaz; diğerlerinin, diğer piyonların gözünde böyledir. Çünkü şah oyunun sonunda tek başına bile kalsa, bütün satranç tahtası onundur. Bu yüzden, yeri geldiğinde kaybetsen de olur. Kazanmak için kendini hırpalama, kendine yazık etme.”
“Ama kazanamazsam ne anlamı olur baba?”
“Anlam arama. Doğumunla ölümün arasında kazandıklarını ölümünle kaybedeceksin nasılsa. O zaman ne anlamı kalacak?”
“Peki, baba ben ne yapacağım? Hiç mi çalışmayayım? Hayatımı nasıl yürüteceğim?”
“Ne yapacağını ben de bilmiyorum. Ben buradayım, ama bak aslında burada olmak istemiyorum. Çok farklı hayallerim vardı; ama peşlerinden gitmeye korktum. Belki sen korkmamalısındır. Hayallerinin peşinde giderken kaybetmiş olman biraz anlamlı olabilir.”
“Anladım baba, sanırım anladım yani.” dedi ve önündeki şahı, kendi piyonuna doğru hareket ettirmeye başladı. Şah ve piyon birbirlerine karşı hamleler yapıyorlardı ki sonunda karşı karşıya geldiler. “Böyle bir durumda hamle sırasının kimde olduğu önemli değildir, şah her zaman piyonunu yer.”
“Ama baba.”
“Efendim?”
“Rönesans dönemini işledik bugün.”
“Eee?”
“Piyon şahı yeniyordu.”