Yan yana dizili, her biri kendilerinden yaşlı ahşap yataklarına oturmuş çocuklar, gözlerini koca koca açıp dikkatle annelerini dinliyorlardı. Gündüzleri koyu yeşil olan tahtalar, ayın huzurunda laciverti andırıyordu. Odanın köşesinde büyük bir ayna, onun yanında da bir kıyafet dolabı yer alıyordu. Gemici feneri gibi tasarlanmış bir gece lambasının loş ışığında kitap okumak kadıncağız için zorlayıcıydı. Ama kızlarının yüzündeki gülümseme için değeceğini düşünüyordu.
“…sonraki dönü, Koca Göbekli Nova, Göksel Varlık’a yalvardı. ‘Bırak beni
çocukları mutlu edeyim. Uyuyan Bekçi, sûra üfleyene dek onlara huzur dağıtayım.
Sıska Omen’in zıttı bilineyim.’ Göksel Varlık, Koca Göbekli Nova’nın alnına
dokundu. ‘Sana kıyamete dek izin, parçam. Sonunda diğer her şey gibi bana
döneceksin.’ Böylece Koca Göbekli Nova, mutluluğun koruyucusu oldu. Çünkü bir
çocuk güldüğünde, dünyada iyi bir şey olmuş demektir. SON.”
“Bir
daha!” diyerek ellerini havaya kaldırdı Avar.
“Olmaz
annecim, yatma saatiniz geldi.”
“Yaa!”
Küçük kız kaşlarını çatmıştı. Kollarını kavuşturup kafasını edalıca bir yana
çevirdi.
“Masalı
bir daha okumak yerine Koca Göbekli Nova’dan ne istediğimizi söyleyelim, olur
mu?”
“Tamam
ama önce ablamlar söylesin!”
Kadın büyük kızlarına ne istediklerini sordu. Sırasıyla bisiklet ve bebek isteyen çocuklar bu hediyelere kavuşacaklarına inandılar.
“Şimdi sen söyle bakalım, küçük hanım.”
Avar
bir an için ablalarının dileklerini tekrarlamak istedi ama onların kendisiyle
hiçbir şey paylaşmadıklarını biliyordu. Bir keresinde büyük ablasının tarağını
kullanmak istemişti ancak ablası onun eline vurmuş ve ona ait olan bir şeye
dokunmamasını aksi halde ona daha sert vuracağını söylemişti.
Dışarıdan gelen kapı çarpma sesiyle kurduğu minik düşlerinden sıçrayarak uyandı.
“Babanız geldi kızlar, yatın hadi. Avar, annecim sen de dileğini uyanınca söyle bana, tamam mı güzel kızım?”
Küçük çocuk kıvırcık saçlarıyla bezeli başını aşağı
yukarı sallamakla yetindi. Tüm çekingenliğiyle ayak baş parmağını yukarı doğru
kaldırıp dudağını büzüyordu. Annesi onu koltuk altlarından tutup yatağın başına
getirdi ve her birinin üstünü örtüp odadan hızla çıktı. Ancak Avar, ablalarının
aksine hemen uyuyabilen bir çocuk değildi.
Odanın
dışında bağrışmalar duyan küçük, üzerindeki yumuşak yorganı atıp çıplak
ayaklarıyla kapıya yürüdü. Yatağındayken boğuk bir şekilde duyduğu sesler
netleşmişti. Ses çıkarmamaya çalışarak kapı koluna vücut ağırlığıyla asıldı.
Koridora çıktığında sessizlik saklandığı yerden çıkmıştı, tavandaki eski avizenin ampullerinin cızırtısı dışında bir şey duyulmuyordu. Avar,
salonun kapısına gelip kafasını içeri uzattığında annesinin, “Sakın!” diye
bağırmasıyla babasının elindeki vazoyu ona fırlatması bir oldu. Cam vazo duvara
denk gelip parçalanmıştı. Küçük kız korkuyla geri çekilip sırtını duvara
yasladı. Annesi ağlıyor ve “Dur lütfen, yalvarırım,” diyordu. Adam vahşi bir
sesle, “Bir daha soracak mısın bana nerede kaldığımı, he?” diye bağırıyordu.
Kadıncağız koridora emekleyerek çıktığında küçük kızını gördü. Avar’ın gözleri
korkuyla açılmış, dudaklarının iki yanı bir yay gibi aşağı kıvrılmış, bir
ayağıyla diğer ayağının üstüne basmış ve ellerini duvara yapıştırmış halde hiç
kımıldamadan duruyordu. Önceleri annesinin kolunda, karnında veya gözünde
morluklar görmüştü. Ama o, ya koltuğa takılıp düştüğünü ya da kapıya çarptığını
söylerdi. Kan yeni bir şeydi. Eski olan şey, babasının sürekli kavga
çıkarmasıydı.
Kadın yerden kalkıp ona yaklaştı.
“Bir şey yok annecim. Korkma tamam mı? Hadi git yat kızım.”
Küçük kız odasına koşup ardından kapıyı kapattı. Koridorda son gördüğü şey, babasının salonun kapısında ona bakışıydı. Avar yatağına yatıp üstüne yorganını çekti. Ara ara esnese de tedirginlikle perdelenen uyku onu ziyaret etmiyordu. Gözlerini bir kırptı, iki kırptı ve üçüncüde bir ateş parçasının onun tepesinde süzüldüğünü gördü. Derin derin nefes alıp annesinin ona öğrettiği gibi kolunu çimdikledi; canı acıyınca bunun bir kâbus olmadığını anladı. Doğrularak renkten renge bürünen ateş parçasını izledi. Turuncu, mavi, mor, yeşil… Avar ablalarını uyandırmamaya özen göstererek fısıldadı, “Sen Koca Göbekli Nova mısın?”
Ateş parçası bir ses çıkardı ama küçük çocuk bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Bir hayvanın ormanda kaybolmuş yavrusuna seslenişi gibi derindi. Hem hiçbir yerden hem de her yerden geliyordu.
“Dileğimi sana söylesem yapar mısın?”
Aynı
sesi duydu. Bunun üzerine Avar minik ellerini birleştirip, “Lütfen, lütfen,
lütfen!” dedi. Gözlerini kırptığında ateş parçası yok olmuştu. Yavrucak
etrafına baktı ama etrafta gece lambası ve ay dışında hiçbir ışık kaynağı
göremiyordu. Her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu düşündü. Sonunda uykuya
yakalanarak başını yastığa koydu.
Avar, bulutlar arasından sızan sabah hüzmeleri gözlerini rahatsız ettiğinden erken uyandı. Boğazının kuruduğunu hissederek su içmek istedi. Mutfağa gitmek için odasının kapısını açıp yürürken ayağı takılıp düştü. Geriye dönüp baktığında küçük, kahverengi bir kutu gördü. Parlak kırmızı bir kurdeleyle bağlanmış, üstüne bir de kart konulmuştu. Ablaları, ona kendi ismini yazmayı ve okumayı öğrettiklerinden kartın üstünde ‘Avar’ yazdığını anlayabilmişti. Etrafına bakındı. Bunu buraya kim bırakmıştı? Bu hediyeyi ona vermek yerine öylece koridorun ortasına terk etmişlerdi. Yine de mutluluğundan ödün vermedi çünkü çocuklar böyledir. Heyecanla kurdelenin ucunu çekip paketin kapağını açtı. Tüm evi saran tiz bir inilti duyuldu. Avar korkuyla kutuyu fırlattığında annesi kendi odasından çıktı.
“Annecim, kendin uyanmışsın.”
Küçük, dizlerinin üzerinde yerde oturmuş kafası karışmış bir şekilde annesinin yüzüne bakıyordu. Kadının yüzünde hiçbir anormallik yoktu.
“Yüzünde kan yok anne.”
Kadın kızına dünyadaki en tuhaf şeyi söylemiş gibi bakmıştı.
“Niye kan olsun kızım?”
“Gece
yüzünde kan vardı.”
“Ah, annecim. Kâbus görmüşsün, kıyamam sana.”
Kadın çömelip küçük bedeni sarıp sarmaladı. Avar kaşlarını çatıyordu.
“O kutuyu bana kim aldı?”
“Hangi kutu?”
Hediye ortadan kaybolmuştu. Yumurcak annesinin çevresinde dolaşarak onun
ayaklarının altı da dahil her yere bakmıştı. Kafasını kaşıyarak annesine döndü.
Kadın gülümseyerek, “Git ablalarını uyandır da kahvaltı yapalım, hadi,” dedi. Küçük
kız sağa sola bakınarak odasına yürüdü.
Kahvaltı
hazır olduğunda çocuklar sandalyelerine oturmuş, masada önlerine konulan
akıtmaları yiyorlardı. Avar kafasını kurcalayan bu meseleyi çözmek istiyordu
ama nereden başlayacağını bilemediği için doğrudan sordu, “Babam nerede?”
Annesi ve ablaları ona bakıp güldüler.
“Bizim babamız yok ki Avar. Ne saçmalıyorsun
yine?”
“Kızlar, kardeşinizle düzgün konuşun.”
Kadın, küçük kızıyla göz teması kurdu.
"Canım
kızım. Konuşmuştuk ya! Bizim evimizin babası yok. Biz dört kişiyiz ve
mutluyuz.”
Avar
başını sallayıp gülümsediğinde annesi mutfak işlerine döndü. Küçük kız
ablalarına dönüp, “Sizin dilekleriniz oldu mu?” diye sordu.
Ortanca
ablası başını iki yana sallarken büyük ablası, “Hayır, gerçekleşmedi,” dedi.
Çocuk masumca tebessüm etti.
“Benimki gerçek oldu.”

CONVERSATION