Ateş Pahası / Soner Üçkuşoğlu
Harcamayı çok iyi bilirim ben. Ama diğer yaşıtlarım gibi
değil. Yani insanları ve parayı değil, hayatımı harcarım. Karşılığındaysa
sadece benim sevdiğim zevklerimi alırım. Başkalarının; toplumun sevmemi
istediği türden zevkler değil, benim, en derin ve anlamlı zevklerimdir bunlar.
Yeri geldiğinde bağırmak gibi ya da bir delilik göstergesi olarak kafamda
canlandırdığım karakterle konuşmak gibi.
İstediğim şeyler uğruna aç kalmak mı? Evet. Deneyimledim
bunu ve vazgeçmedim. Tabii ki vazgeçilmesi gereken noktalar vardır ama açlık
bir durak değildir. En azından inilmesi gereken bir durak değildir. İnsan
istekleri uğruna aç kalmayı önemsemiyorsa, istediklerinin değerinin gerçekten
farkındadır ve onlara ulaşmaya çalışırken açlık gibi bir engel ile
karşılaştığında vazgeçmiyorsa, başka hangi engel onu yolundan döndürebilir ki?
Böyle bir isteğe sahip olanlar için ölüm hiçbir şekilde
kolay olmaz. İsteklerine ulaşamadan ölmek zaten çok kötü bir durum; gazı
kaçtığı için içilemeyen bir gazoz gibi. Ya da isteklerine ulaştığında; tam da
isteklerini kafasında değil de kollarının arasında hissettiği anda ölmesi,
ölümün zamanlamasının bu derece trajik olmasından daha kötü ne olabilir?
Tüm bu düşünceler kafamın içinden, vapursa Kız Kulesi'nin
önünden geçiyordu. Karşımda oturan iki Alman turist öpüşüyordu. Neyse ki
gazozumun gazı henüz kaçmamıştı.
O iki Alman birbirlerini ölümden önce (ne kadar önce
bilmiyorum ama) bulmuşlardı. Ama ölüm de hiçbir zaman çok uzak değildi zaten.
İkisinin de saçları martılar kadar beyaz ve gri arasında bir renkteydi. Neyse,
zaten renklerle aram hiç iyi değildir. Karanlık dışında.